Eğitim sistemimizde öğretmenlerimiz bir soru sorarlar, bu bir bilgi sorusudur, sorunun tek bir doğru yanıtı olur, o yanıtı vermemiz istenir, bu doğru yanıtın dışında cevap verenlerin yanıtları eksik veya yanlış olur. Yaklaşık olarak 6 ile 17 yaş arasında aldığımız eğitim bu şekildeydi. Buna bağlı olarak, okuldan çıktıktan sonra da bu öğrenilmişliği çoğumuz devam ettirdik. İş hayatımızda, memleket meselelerinde, ilişkilerimizde tek bir doğru yanıtı aradık, bu doğru yanıt bizim bulduğumuz cevaptı, diğer cevapların da eksik veya yanlış olduğunu kabul ettik.
Büyük ihtimalle çok iyi, yaratıcı fikirleri ıskaladık, daha iyileri eleyip daha kötü fikirlere sahip çıktık. Böylelikle bugün olduğumuz yerdeyiz.
Yuval Noah Harari Hayvanlardan Tanrılara Homo Sapiens adlı kitabında, ilk medeniyetlerin bizler gibi yurt dışı gezilerine pek meraklı olmadıklarına, mesela tatil için Mısır’dan kalkıp da Babil’in Asma Bahçeleri’ ne gitmediklerine, bizim kuşağımızınsa tüketici çılgınlığı içerisinde yurt dışı seyahatleri ile yeni bir hobi geliştirdiğine değinir. Yurt dışına olan ilgimizin yalnızca tüketimi beslediğinin altını çizer. Halbuki bu konuya yaratıcılık kapasitemizi geliştirme gözüyle bakacak olursak, yurt dışı seyahatlerimiz başlı başına yaratıcılık egzersizidir diyebiliriz.
Hiç bilmediğimiz bir yere gidiyoruz, farklı bir mimari, küreselleşmeye dayanabilen yerel lezzetler, kıyafetler, farklı bir dilin kendine özgü vurguları, seslenişleri, o bölgede yaşayan medeniyetlerin kendilerine has sanat eserleri, sonra farklı müzeler, müzik, fiziksel özellikler, bitki örtüsü, alışkanlıklar, gelişmişlik düzeyleri, daha neler neler… Her şeyin daha farklı olabileceğinin bir kanıtı.
Problemlerimizden, kısılıp kaldığımız kısır döngülerden çıkabilmemiz için farklı bir bakış açısına ihtiyacımız var. Farklılıklar, tam da bu noktada zenginliğimiz olacak. Kendimizi aşmamızda, problemlerimizi yönetmemizde.
Senelerdir aynı sorunlarla mücadele edebilme kapasitemize bakarsak demek ki yeterince yaratıcı değiliz. Sorunun kendisini değiştiremediğimiz durumda kendi yerimizi değiştirmek aklımıza gelmiyor. Çünkü her gün aynı yoldan evimize geliyoruz, aynı mağazalardan alışveriş yapıyoruz, aynı müziği dinliyoruz, kalıplarımızı değiştirme konusunda rahat hissetmiyoruz.
Bu durumda, seyahatlerimize farklı bir gözle bakalım, yaratıcılığımızın gelişmesi için kendimize fırsat tanıyalım.
Yüksek yaratıcılık bizlerle olsun.
Platon’dan bu yana tutucu düşünürler dengeli ve değişime kapalı bir toplumun nasıl inşa edilebileceği üzerinde kafa yordular. Klasik iktisatçılar hep bir “denge” arayışı içinde oldular, ekonominin uzun dönemde nasıl dengeye geleceğine dair modellemeler geliştirdiler. ilk kez J.M. Keynes “uzun dönemde hepimiz ölmüş olacağız” diyerek bu geleneği bozdu. O günden bu yana iktisatçılar ve siyaset bilimciler denge (equilibrium) olmadan da toplumların yaşayabileceğini gösterdiler. Hemen her günkü deneyimlerimiz de bunu onaylamıyor mu?
Yazınız denge ve istikrarı yadsıyan bir söylemin kapısında duruyor; devam.
BeğenLiked by 1 kişi