Birine Geri Bildirim (Feedback) Verirken

Bazen etrafımızdakilerden istediğimiz performansı, ilgiyi, desteği göremeyebiliriz. Önce kızarız, hırslanırız sonra biriktirip biriktirip alt alta yazarız, toplar, çarpar kararımızı veririz : Asalım! Red Kit çizgi filminde vardı, toplanan ahalideki birisi suç ne olursa olsun her seferinde “Asalım!” derdi, aksiyon insanıydı velhasıl 🙂

O halde birine derdimizi anlatırken, kendi tutum ve davranışlarıyla ilgili yorum yaparken, tavsiye verirken nasıl bir yol izleyelim, beraber tartışalım:

Sorunu Tespit: Değerlendirme ve Yorumlar Olmadan Yalnızca Gözlem

Birine kızmaya başladığımız noktada hırslanma ve bilenme noktalarına gelmeden önce sakince düşünmeye çalışalım:

Ne görüyoruz resimde? Bizi rahatsız eden ne? Biz ne(y)den rahatsız oluyoruz, neyin eksikliğini duyuyoruz? Bazılarına göre isteklerimiz ihtiyaçlarımızdan kaynaklanır. Neyin ihtiyacındayız; ilginin, sevginin, şefkatin, dramanın…? Bu bizim eksikliğimiz mi karşı tarafın mı? Bu isteğimizde ne denli makulüz? Ne istediğimizi karşı taraf biliyor mu, anlıyor mu? Karşı taraf bunu vermekte istekli mi, gönüllü mü? Karşımızdaki ‘öyle’ olmayı seçiyorsa, bunu eleştirmekte, değiştirmek istemekte biz ne denli haklı olabiliriz, bu isteğimiz ne denli meşru olabilir? Karşımızdakinin farklılığına, tercihlerine saygı duyuyor muyuz, neden onun bizim istediğimiz gibi olması gerekiyor? Bu soruları içimizde biraz tartalım. Bizim eleştirmekte, yargılamakta olduğumuz sözün, durumun, tutumun, davranışın biraz derinine inip şu soruyu soralım: Acaba tercihlerimizi, seçim farklılıklarımızı kendi değerlerimiz, normlarımız, hikayemiz, beklentilerimiz, ihtiyaçlarımız mı belirler? Bunlardan sebep mi farklılaşırız?

Hala konuşulması, paylaşılması gereken bir şeyler olduğu düşüncesindeysek ilerleyelim:

Durumu tespit ettik, yorumlarımızı katmamaya çalıştık görünüşe, alınganlık yapmadığımızdan, abartmadığımızdan eminiz. Bu noktada bir de şunu soralım kendimize, karşı tarafla empati yapabildik mi yeterince? Bunu yapabilecek sempatimiz var mı içimizde bir tartalım. Özveri ister, hemen değerlendirme yapmadan önce durumu onun gözünden, onun eksikliklerinden, ihtiyaçlarından, önceliklerinden görmeye çalıştık mı?

Nihayetinde nesnemizi “karşı taraf” yapmışken, ne denli sempati ile yaklaşıp empati kurabileceğiz bu da aklımızın bir köşesinde default olarak kalsın.

Hala istekliysek bu paylaşımı yapmaya o zaman fiziksel ve duygusal şartları bir tartalım:

Zamanlama

Bunun için doğru zaman, doğru yer olduğundan emin olmalıyız. Karşı taraf da bu an’a hazır mı bizim kadar, bu bir alış veriş mi olacak, yoksa dayatma mı? İstekli ve coşkulu mu? Onun için de doğru yer ve zaman mı? Biliyor mu sebebi ziyaretimizi, niyetimizi? Yoksa “zorba” yı mı oynuyoruz?

En önemlisi belki de, zamanlama bakımından geç kalmadığımızdan emin miyiz? Tam da ölüm döşeğinde mi konuya el atıyoruz, yoksa hastalık sinyallerini alır almaz mı?

Bu arada özel alanımıza yeterince dikkat ettik mi, kimlerle birlikte olacağız? Bu tür konuşmaların egolara zarar vermemesi,  yerli yersiz hezeyanları cezbetmemesi için üçüncü kişilerden ırak olması veya en azından dengeli bir dağılımı gözetmesi gerekecektir.

Peki Nasıl İfade Edeceğiz, Hangi Tonda?

Bu noktada amacımızın ne olduğunu, bu konuşmadan ne beklediğimizi kendimizle bir kez daha hasbıhal etmeliyiz. Ne gibi bir çıktı bekliyoruz? Kime nasıl bir fayda sağlayacak bu konuşma, ne bekliyoruz?

Eğer arzumuz yalnızca içimizi dökmek, içimizdeki birikmişliği, hırsı kusmaksa bir kez daha düşünebiliriz, neden bunu isteyelim ki, neden ihtiyaç duyalım bu boşalmaya? Eğer karşı tarafla ilişkinin devamlılığı söz konusu değilse, çoktan kararımızı vermişsek durum ve kişiler hakkında belki de çok elzem bir konuşma olmayacaktır. Neden? Çünkü eğer amaç bir şeyleri düzeltmek, iyileştirmek değilse, konuşma yalnızca kişisel tatmin sağlayacaksa bu tatmin için başkalarını çağırmayalım kendi kendimizi tatmin etmeye çalışalım, daha iyi olmaz mı?

İletişim kurarken, şiddetsiz bir iletişim kurmamız önemli. Kullandığımız dil kapsayıcı olabilmeli dışlayıcı, ötekileştirici, yargılayan, eleştiren, etiketleyen bir dil olmaktan ziyade. Bunun için zihnimizin de korkulardan, endişelerden, önyargılardan azade olması gerekir. Puslu bir algıyla değil de, anlamaya çalışan, açık, berrak bir algıyla dinleyebilmeliyiz.

İletişimimizde eşitliği bozucu, iletişimi kilitleyecek, karşı tarafın kolunu kanadını kıracak, ilişkiyi dinamitleyecek  şekilde hal, tavır almamalıyız. Aksi halde bu konuşmanın ardından ilişkiyi toparlayabilecek hal, takat kalmaz bizlerde.

Neyden rahatsız olduğumuzu, neler hissettiğimizi, ne beklediğimizi, istediğimizi ifade ettik.  Bu noktada kendi bakışımızı tek ve eksiksiz doğru olarak görüp kendi açımızı karşı tarafa dayatmadığımızdan emin olmalıyız. Aslında istediğimiz bir orta nokta, bir çözüm, bir halden anlama hali olmalı. Bu noktada buluşabilmek için de sormalıyız karşımızdakine, seni daha iyi nasıl anlayabilirim? Sana bu konu ile ilgili nasıl yardımcı olabilirim, ben ne yapabilirim? Zira geri bildirim vermek demek içimizde besleyip büyüttüğümüz yükü bir başkasına yüklemek ve böylelikle hafiflemek demek değildir.

Hatta bu konuşmadan sonra aradan belli bir zaman geçtikten sonra “Nasılız?” diye de sormak gerek, izlemek gerekir ilişkiyi, konuşma bizi nasıl etkiledi, iyileştirdi mi, nasılız aldığımız kararlarla, uygulayabiliyor muyuz bu kararları?

Şöyle bir kısaca özetlemek için:

Deyim ve Atasözleriyle Kontrol Listemiz  🙂

  • Kendimizi tatminden ziyade, attığımız taş ürküttüğümüz kurbağaya değiyor mu? Söylemimiz, eleştirimiz dişe, tırnağa dokunuyor mu?
  • Amacımız üzüm yemek mi, bağcıyı dövmek mi?
  • Zamansız öten horoz değiliz ya? Her horoz kendi çöplüğünde öter derken…?
  • Dilimizin kemiği var mı, yok mu?
  • Topuzun ayarını kaçırmadık ya?
  • Bardaktan boşalırcasına biriktirdiklerimizi sayıp, dökmek değil; daha naif, daha yapıcı olabiliyor muyuz?
  • Önce düşünüp, sonra söyleyerek sözümüzün haddini aşmasına, istemediğimiz yerlere gitmesine, kaş yaparken göz çıkarmaya mahal vermiyoruz değil mi?
  • Yalnızca olumsuzluklara odaklanıp, büyük resmi göremiyor değiliz ya?
  • Söz uçar, yazı kalırsa; neyi neden dediğimizi biz dahi bilmiyorsak, o halde yazmak yerine söylemek daha iyi olabilir değil mi?

Velhasıl, geri bildirim vermek oldukça hassas bir mevzu. Karşı taraf savunmada hisseder, bizse sahayı boş buldukça otoriter ve totaliter bir şekilde estirir de estiririz. Karşımızdaki Sabahattin Ali’nin Kürk Mantolu Madonna’sındaki Raif Efendi oluvermiştir, karşısında onu azarlayan  bir memur, sahi Raif Efendi’nin suskunluğu nedendir?

Kaynaklar:

Arka fondan gelsin 🙂

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Twitter resmi

Twitter hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s