Evlerimizde, ailelerimizde öyle gördüğümüz için, belki de maruz kaldığımız için kanıksadığımız, normalleştirdiğimiz davranışlar ve tutumlar var; aslında ilişkileri bozucu, özgürlüklerimizi kısıtlayan, bizi de ötekini de “kendi” olabilmekten alıkoyan.
İlişkilerimizde mutsuzluk sinyalleri çalmaya başladığında, alt notada ne olduğunu anlayamayacak kadar normalleştirmişiz bu davranışları ancak rahatsızlık duymayacak denli de içselleştirmemişiz henüz, bu iyi.
Nedir bu davranışlar, tutumlar bizi yoran, kuşatan, kendimiz olabilmekten alıkoyan? Fark etmeden bilinçli veya bilinçsiz biz de birilerinin “kendi” olabilmesini bozucu davranıyor olabilir miyiz? Kendimizi iyi bir sevgili, eş, dost sanarken aslında bilmeden, istemeden zorbalık yapıyor muyuz etrafımızdakilere, sevdiklerimize?
Bir ilişkinin en önemli yapı taşı saygıdır diyoruz, hepimiz de kabul ediyoruz belki de, ancak biliyor muyuz saygı duymak nedir, ne değildir? Ne yapar saygı duyan, ne yapmaz? Türk Dil Kurumu sözlüğünde saygı “Başkalarını rahatsız etmekten çekinme duygusu” olarak tanımlanmış. Ne yaparsak başkalarını rahatsız etmiş oluruz? İçini doldurmakta zorlanıyoruz kavramların. Sözde hepimiz birbirimize saygılıyız veya en azından saygılı olma niyetindeyiz, ki bu da önemli bir başlangıç, iyi hal var üstümüzde, tamamına nasıl erdireceğiz peki?
Birbirimize “şiddet” uyguluyoruz. Duygusal şiddet (emotional abuse) ve/ya sözlü taciz (verbal abuse) olarak adlandırılan, maruz kaldığımızda “rahatsızlık” hissettiğimiz ancak fiziksel şiddete uğramış gibi de tepkisel davranmadığımız, adını koymakta, çerçevesini belirlemekte zorlandığımız bir tür zorbalık. Literatürde öne çıkan hallerini sıralıyorum:
Önemsememe, duymamazlıktan gelme, aşağılama, küçümseme, dalga geçme, ima etme, azımsama, değersizleştirme, eleştirme, yargılama, suçlama, etiketleme, tehdit etme, müdahale etme, kontrol etme, yok sayma, isim takma, emretme, paylaşmama, dışlama
Önemsememe, Yok Sayma, Duymamazlıktan Gelme, Unutma
Çoğunlukla çocuklara yapılır. Daha doğrusu tepkisinden korkmadığımız, çekinmediğimiz, statüsü bizi tehdit etmeyen kişilere karşı rahatlıkla tercih ettiğimiz bir iletişim şeklidir. İlerleyen zamanlarda ergenler ebeveynlerine, daha sonra da eşler birbirlerine, sonrasında yetişkinler baktıkları, ilgilendikleri büyüklerine… Nasıl bir döngüdür?
Vaktimiz mi yok? Acaba? Yoksa yeterince değer mi vermiyoruz? Bize yakışır mı?
Bir dönemimi hatırlıyorum konuştuklarımın duyulmadığını düşünüp tekrarlıyordum ama yine de cevap alamıyordum, duyulmuyor değildim sanırım önemsenmiyordum. Küçükken çok olmuştur, iki büyüğün arasında ellerinizden tutulmuş yürüyorsunuzdur, büyükler sohbetin heyecanıyla fark etmeden yakınlaşırlar ve siz arada yok olursunuz bir anda, onlar omuz omuzadırlar, siz de o omuzların arkasında kalmışsınızdır, bacak boyunuzun yettiği kadar arkada.
Aşağılama, Küçümseme, Dalga Geçme, İma Etme
Bir bakıma bunlar ilk okul, orta okul yıllarında kaldı diye düşünürüz değil mi? Ama gerçek hayatta öyle olmuyor.
İlgiyle dinlenilmek bir yana, sanki birbirimizin açığını bulup, birbirimizi küçümsemek, arada laf sokmak için fırsat kolluyor gibiyiz. Bıyık altı gülmeler, göz devirmeler, küçümseyici bakışlar…
– “Çok saçma!”,
– “Saçmalama…!”
– “O öyle değil, şimdi şöyle …”
– “O değil de…”
Böyle mi saygı duyarız? Böyle mi değer veririz?
Müdahale Etme, Kontrol Etme
Hepimizin bir fikri, bir tercihi var. Ama farklılıklara açık değiliz. Birbirimize açık değiliz, tahammülümüz yok ötekine, başkasına, diğer türlüsüne. Herkes bizim gibi düşünmeli, bir bizim tuttuğumuz yol, yol; öteki bilmiyor, diğeri ne anlar ki zaten!
Sürekli birbirimize müdahale ediyoruz. Her şeye karışıyoruz, sürekli fikir veriyoruz, öyle değil böyle yap diyoruz. Kimin neyi, nasıl, ne zaman yapacağına karışıyoruz. Diğerinin hayatına, kararlarına, tercihlerine müdahil oluyoruz, davetsiz. Ataerkil ailelerimizden miras, toplumumuzda böyle bir hal var. Herhangi bir hiyerarşi de gözetmeksizin artık hepimizde var bu karışma, müdahil olma hali. Herkes bir diğerinin hayatını kontrol etmeye, gücünün yettiğini yönetmeye çabalıyor gibi, iyiliği için elbette:) Dediğimiz yapılmadığındaysa üzülüyoruz, kendimizi değersiz hissediyoruz. Yüzümüzü asıyoruz, kapris yapıyoruz. Sonra arayı soğutuyoruz, bizi hak etmiyor diyoruz.
Eleştirme, Yargılama, Etiketleme
Haliyle karıştığımız noktada beğenmediğimiz, uygun bulmadığımız kişileri, yönleri, davranışları, tercihleri kıyasıya eleştirmekte kendimizde hak görüyoruz. Eş zamanlı olarak eleştirinin yanında yargılama, etiketleme de kol kola geziyor: Kötü, saçma, gereksiz, kaba, aptal, cahil, yobaz, ahlaksız, düşüncesiz, saygısız, ilgisiz, samimiyetsiz, özensiz…
Bu noktada kendi tercihlerimizi, fikirlerimizi sıralamadan önce duralım, soluklanalım. Karşımızdaki gibi düşünmek zorunda değiliz elbette, eleştirel bir şekilde dinleyebiliriz veya gözlemleyebiliriz karşımızdakini ancak onun hikayesinin, ihtiyacının, derdinin, önceliğinin farklı olabileceğini hatırlatalım kendimize. Karşımızdaki bizim bir uzantımız veya klonumuz değil, o bir başkası, ailemiz, canımız olsa da. Beynimizin kategorize edip, sınıflandırmak, etiketlemek için harcayacağı çabayı empati kurarak dinlemeye, karşımızdakini anlamaya yönlendirelim. Bir düşüncenin kendi içinde tutarlı, bir tercihin başkası için daha iyi bir alternatif olabileceğini göz önünde bulunduralım.
Müsaade edelim, kolaylaştıralım herkesin kendi olabilmesini. Bu sayede etrafımızda daha mutlu, huzurlu kişiler göreceğiz ve muhtemeldir daha sağlıklı ilişkiler yaşayacağız, daha gerçek kişilerle.
çağımızın hastalığı sanırım, dinlememek ))
BeğenBeğen
Tam aradığım konu. Bir süredir aynı kapıya çıkan bir kaç cümle çınlıyor kulaklarımda..cevabını bilsem de sormak istiyorum cevabı işlerine gelmeyenlere..
“Korku ödeterek sevgi satabilir misini”
“Korku satarak sevgi alabilir misiniz”
…
Niye olur bu kadın cinayetlerinin bir kısmı??
Doğru düzgün çalışmayan, evinin rızkını orda burda zayi eden, evinin yolunu unutan, eşine ya da yanındaki kadına sözlü fiziksel şiddetin türlü türlüsünü uygulayan erkek müsveddelerinden kurtulup kendi hayatını kurmak isteyen kadınların niye peşini bırakmazlar da canına kast ederler. Kendilerine çeki düzen verip kadının gönlünü yeniden kazanmaya uğraşmak yerine neden diğer yolu seçerler. Korkutarak, tehdit ederek canını acıtarak alışık oldukları düzeni korumaya çalışırlar…
Cevabı yukarda tırnak işaretleri arasına sıkışmış cümlede olabilir mi???
Saldıkları korku ile “sevgi”yi elde edebileceklerini mi zannederler. Bakınız “sevgi”yine tırnak içinde. Çünkü onlara göre sevginin tanımı ile literatürdeki sevginin tanımı farklı..sevgi onlara göre: itaat demek, hizmet demel, saygı demek, koşulsuz kölelik demek, herşeye rağmen susmak, herşeye göz yummak demek, vermeden almak demek…
Ne dersiniz “sorun” sizce de onların beyinlerinde sevginin tanımı ile başlıyor olabilir mi..
Dayakla, korkuyla itaati öğreten ailelerin çocukları mı bu hastalıklı beyinler..
BeğenLiked by 1 kişi
Ne güzel resmetmissiniz. Sevginin yanlış tanımı sevgisizligin gölgesi ile beraber olunca şiddet doğuyor maalesef
BeğenBeğen