Muhakkak ki bir odamız olsun isteriz. Rahat hareket edebileceğimiz, bizi yansıtan, istediğimiz eşyaları atabildiğimiz, istediğimiz şeyi istediğimiz yere koyabildiğimiz, dağınıklığımızdaki düzenin bozulmadığı, bizi ağırlayan bir oda. Nispeten odamız olunca da kendine has bir düzeni olur, farklı bir odadır. Birisi odamıza bakar bakmaz bize dair bir şeyler göz kırpar kendisine .
Sonra büyürüz, ve evimiz olsun isteriz. Odaları olan bir ev, daha iyi yaşayabilmek için. Birken iki artı bir oluruz, üç artı bir, belki dört beş artı birlerimiz olur.
O hep istediğimiz ev vardır artık. Odalarını rahatça döşeyebiliriz imkan el verdiği ölçüde. İstemediğimiz eşyaları hiç almayız. Neyi nereye koyacağımıza biz karar veririz. Odalara istediğimiz adları verebiliriz, ve eğer istersek misafir odası diye bir odamız olmaz bile.
Ama sonra ne olursa olur ve büyülü bir değnek değmişçesine, günün sonunda hepimizin evi aynı görünür. En iyi ihtimalle benzerdirler.
Hepimizin salonu vardır, belki bir tv odası, yatak odamız, mobilyaları, modadan modaya göre değişen farklılaşan benzer diğer odalar, hepsi modanın el verdiği ölçüde birbirine benzer veya birbirinden farklıdır.
Neden acaba? Hepimiz aynı mıyız? Gün içinde aynı şeyleri, benzer çoğunluklarla ve ihtimallerle, aynı saatlerde mi yapıyoruz? Aradığımız şeyi orada mı bulmak istiyoruz? Aynı manzarayı mı seyretmeyi seviyoruz hepimiz?
Bir evde yaşıyorsak, nasıl yaşıyorsak, nasıl yaşamak istiyorsak öyle olmalı evimiz. Yaşayabilmemize olanak vermeli, bizi barındırabilmeli. Bizi içermeli.
Çokça tv mi izliyoruz, o halde tv odamız olmalı; misafirlerimiz dolup taşsın mı istiyoruz, o zaman keşke bir odaları olabilse; okumayı, yazmayı mı seviyoruz, o zaman kocaman bir kütüphanesi olan, kendimizle baş başa kalabileceğimiz, zaman zaman da arkadaşlarımızla bir araya gelip derin sohbetler yapabildiğimiz bir odamız olsun; belki bir oyun odası, belki egzersiz, belki müzik, belki de sinema.
Kendimize yer açalım. Yaşantımıza.
Sonra yerim dar, oynayamadım, demeyelim.
Gönlümüzce olsun odalarımız, evlerimiz.