Toplumun cinsiyetlere yüklediği görevler var, roller var. Tüm diğer renkler görmezden gelinir, salt kadın ve erkek diye ayrılır toplum. Hallerimiz kadınsı ve erkeksi diye ayrılır. Bu görev ve rollere de saygılı olunması beklenir. Toplum bu şekilde ahenklidir.
Hangi cinsiyetin neyi yapıp yapmayacağı, kimin neden etek giyindiği, diğerinin neden giyinmediği veya kimin oje sürebileceğini toplumsal cinsiyet normları belirler. Nasıl oluşmuşlardır, nasıl yayılmışlardır: Belki kulaktan kulağa, belki kitaptan yaşama.
Bu normlar da her yerde aynı şekilde değildir. Neyin normal olduğu farklı dönemlere, farklı coğrafyalara, toplumlara göre değişir. Birinde normal olan diğerinde anormal olabilir. Bazı toplumlar da bu beynelmilel kuralları kabul etmez, cinsiyetlere göre bu denli kalın çizgilerle ayrışmayı makul bulmazlar. Kimisi de aksine bu kurallara sıkı sıkıya yapışır. Hiçbir kuralı sorgulamak aklına bile gelmez, belki de işine.
Böyle net bir ayrım olmalı mı? Bunu ister miyiz? Neden? Cinsiyetimize dair toplumsal kuralların getirdiklerinin altını çizmeli miyiz? Çizmezsek, yani bu kuralları vurgulayacak şekilde hareket etmezsek, daha az feminen veya daha az erkeksi mi oluruz? Böyle olursak ne olur? Nereden çıktı bu kurallar? Kim koymuş bu kuralları? Bu toplumsal kurallar nasıl oluşmuş? Bu şekilde cinsiyetlere göre bir rol belirlenmesi ne derece doğru? Bu rollerin dağılımı nasıl oluyor? Bu roller hayatımızı kolaylaştırıyor mu, yoksa bizi bir kalıba mı sokuyor? Birilerine iyi roller gidiyor, diğerlerine daha figüran roller mi kalıyor? Bu roller üstümüze uymazsa ne olur? Kendimizi uyumsuz hissederiz veya hissettiriliriz muhtemelen. Bir kalıba girmeye çalışırız, kalıp bir yerde canımızı acıtır. Rahat etmeyiz.
Örneğin kadın süslenir. Güzel görünmeye, olduğundan daha güzel görünmeye çalışır. (Neden?) Kadın güzel, bakımlı, narin görünür. Bu sebeple saçlarını uzatır; tırnaklarını, dudaklarını, yanaklarını, kaşlarını, saçlarını boyar. Tüylerini alır. Mümkün olduğunca pürüzsüz olur. Albenili kıyafetler tercih eder. Topuklu ayakkabı giyer.
Erkekler de, bunları kadınlar yaptığı için mümkün olduğunca bunlardan kaçınır, ya da tam tersini yaparlar. Çünkü bunları yaparlarsa daha az erkeksi olurlar. Yüzleri kurusa da çekinir krem süremezler. Sanki onların ayakları, topukları çatlamaz; dudakları kurumaz. Takı severler, ama kendilerini deri bilekliklerle sınırlandırırlar. Daha fazlası pek erkeksi gelmez.
Bu ayrım toplumsal hayatta da, ev hayatında da belirgin bir şekilde görülür.
Örneğin okumak, düşünmek, bir fikre sahip olmak, bu bağlamda konuşmak, söz almak erkeksi olur. Daha çok, susmak kadınsı. Hatta susan, çok söze karışmayan kadınlar için hanım hanımcık denir. Tersine girişkenlik erkekte mert, cesur, iddialı; kadında ise basit, hafif olur.
Kural koymak erkeksi, kuralla uymak kadınsı.
Yönetmek, otorite sahibi olmak erkeksi; yönetilmek kadınsı.
Bakım vermekle ilgili işler, çocuk büyütmek, yaşlıya, hastaya bakmak kadınsı. Örneğin öğretmenlik, hemşirelik kadınsı. Daha teknik bilgi isteyen, karmaşık işler erkeksi sayılır.
Şöyle bir düşününce şaşırıyor insan, cinsiyetin tüm bunların üstünde nasıl bir etkisi olabilir ki? Biyolojik olan farklılığımız nasıl toplumda böyle derin bir ayrışmaya sebep verebilir ki? Yoksa bu sebep insan yapımı mı? Bir ayrışma aranıyordu ve bu defa cinsiyet mi seçildi? Dünya için tanıdık bir hikaye. Bir şekilde bir grup gücü eline geçiriyor ve diğerini eziyor, sömürüyor, kullanıyor, dışlıyor. Bahse konu ten, dil, ırk, inanç ve her ne ise. “Bu benim alanım, sen şurda oyna!” diyor. Daha iyisini kendine, belki yaşatacak kadarını diğerine bırakıyor.
Toplumdaki kadın-erkek rollerinde bu alan nasıl belirlenmiş? Bir dönem kadınlar ülkeyi yönetirken, sonrasındaki bir dönemde dışarıya yalnız başınıza çıkamazsınız denmiş. İzinsiz konuşamazsınız denmiş. Örtünmeden çıkamazsınız denmiş. Bu şekilde kadın hakları türlü türlü ihalallere maruz kalmış. Kazanımlar uzun soluklu ve kesintisiz olmamış.
Mesela dönem dönem, çok çocuk sahibi olabilmek için kadınlar bilinçli olarak iş gücünden uzaklaştırılmış. Ülkeyi yönetenler böyle karar vermiş. Belki ülkenin savaş alanında insan gücünü artırmak için belki de ekonomiye ucuz işgücü kazandırmak için.
Çok da eski zamanlar değil 1900 lerde kanunlar çıkmış kadınların ev dışında çalışmaları yasaklanmış. Ailenin huzuru ve mutluluğu için, genel kamu ahlakı için kadınlar evlerde kalsınlar denmiş. Evlerde kalsınlar, çocuklarını baksınlar; yoksa aile dağılır gider, toplum bozulur denmiş. Hatta mümkünse çok çocuk yapsınlar denmiş. Tv’ler aracılığı ile gerek reklamlarla gerekse de dizi ve filmlerle de kadının yerinin evi olduğu, kadının yapması gereken görevler, mutlu aile tablosu olarak ponpalanmış.
Böylelikle iş gücünden uzaklaştırılan kadın evde kalır, sokağa çıkmaz. Daha dar bir çevresi olur. Kendini geçindirecek parayı kazanamadığı için birilerine bağımlı olur. Haliyle kendi kararlarını kendi veremez. Tercih eden değil, tercih edilen olur. Seçen değil, seçilen olur. Karar veren olamadığı için karar verme mekanizmalarından, yönetme mekanizmalarından alabildiğine uzaklaşır. Yalnızca güzel kalması, evlenmesi, çocuk doğurması, çocuk bakması, ev işlerini yapması dahası hastaya, yaşlıya bakması beklenir kadından. Güvencesi yoktur.
Bunun aksine tarihte şöyle zamanlar da olmuş: Savaş dönemlerinde erkekler savaştayken, şehirdeki hayatın devam edebilmesi dahası fabrikalarda savaş alanına mühimmat, erzak, kılık kıyafet gönderilebilmesi için kadınların çalışmasına izin verilmiş. Daha önce evlerinde oturması istenen kadınların çalışmaları, ekonomiye, ülkeye katkıda bulunmaları istenmiş. Hatta kadınların çalışması teşvik edilmiş. Örneğin kadınlar silah, barut fabrikalarında, savaş alanına gönderilmek üzere konserve fabrikalarında, askerlerin kıyafetleri için tekstil fabrikalarında çalışmışlar. Otobüsleri, trenleri kullanmışlar. Yol yapmışlar. Gösterdikleri beceri ve üstün çalışma gayretleri kahramanlıkla övülmüş. (Bu konu için Savaştaki Kadınlar 1914-1918, Savaştaki Kadınlar 1939-1945 belgesellerini izleyebilirsiniz.) Ama savaş biter bitmez yöneticilerin karşısına şöyle bir sorun çıkmış: Askerden dönen erkekler nerede çalışacaklar? Neredeyse bütün işlerde kadınlar çalıştığı için erkeklere iş kalmamış. Peki çözüm olarak ne yapmışlar? Kadınları işten çıkarmışlar! Neden? Nasıl karar vermişler erkeklerin çalışma, para kazanma hakkının olduğuna ama kadınların olmadığına?
Bu kodlar sebebi ile mecliste, seçimle gelinen karar alıcı, yöneten makamlarda kadınların sayısı bu denli az. İş yerlerinde piramit gibi karar alma mekanizmalarına doğru çıkıldıkça kadın sayısı azalıyor. Öte yandan hizmet ve temizlik, sekreterlik gibi çok da teknik olmayan işlerde daha çok kadınlar çalışıyor.
Şimdi bu noktadan ne kadar ilerideyiz sizce? “Çok” diyenlerimiz şanslı çünkü aynı toplumda hala bu normlarla yaşayan çok kadınız. “Senin okumana gerek yok” denen, “Okuyup ne yapacaksın” denen, “Çalışmanı istemiyorum” denen, dahası işinde istediği noktaya gelemeyen, önü tıkanan, eşit işe eşit ücret alamayan binlerceyiz, milyonlarcayız.
Diyeceğim o ki, bu cinsiyet kalıbını, baskısını atalım üstümüzden. Cinsiyet üstünden ve herhangi bir sebepten, farklılıktan ayrışmaya bir son verelim. İnsanlığımızın önüne geçmesin hiçbir farkımız. Birbirimizin üstünden geçinmeyelim, birbirimizi sömürmeyelim. Aramızda bir hiyerarşi üretmeyelim. Ne dersiniz?
Konu ile ilgili tavsiye edebileceğim kaynaklar:
- Belgesel
- The Ascent of Woman (Kadının Yükselişi), Birleşik Krallık, 2015 Belgesel
- Savaştaki Kadınlar 1914-1918, Fransa, 2014
- Savaştaki Kadınlar 1939-1945, Fransa, 2015
- Miss Representation (Medyada Kadın Temsili), ABD, 2011
- Film
- Suffragatte (Direniş), Birleşik Krallık-Fransa, 2015 IMDB: 6,9
- I Am Not an Easy Man (Ben Senin Bildiğin Erkeklerden Değilim), Fransa, 2018 IMDB: 6,4
- Kitap
- Kadınların Köleleştirilmesi, John Stuart Mill
- Karanlığın Sol Eli, Ursula K. Le Guin
Ben senin bildiğin… filmini çok beğenmiştim..
BeğenBeğen
Çok çarpıcı değil mi!
BeğenBeğen
Bebekken mavi patik giymedim belki ama en çok sevdiğim renklerden bir tanesi mavidir. Daha o zamandan başlıyor cinsiyet ayrımı mavi tulumlar, pembe hırkalar. Çünkü annnanelerimiz, babannellerimizden öyle görmüşler bir önceki nesilden. Kız çocukları bebekle, erkek çocukları arabayla oynar. Biyolojik kodlamalar, kültür, iş hayatı ve sosyal çevre kadın ve erkek ayırımında önemli yer tutarlar. Çocukken söz hakkı verilmeyen ailelerde bastırılan kız çocukları iş hayatına atılmaya başladıkça kendini bulmuştur. Toplumda kadın ve erkek beraber çalıştığı sürece toplum gelişip kalkınacaktır.Bugün Aşçılık mesleğini erkek de yapabilmekte, kadın taksi şöförleri de çalışabilmektedir. Her türlü ayrımcılık toplumu geriye götürür. Toplumda nice güzel örneklere inşallah.
BeğenLiked by 1 kişi
Ne güzel söylemişsiniz: Her türlü ayrımcılık toplumu geriye götürür.
BeğenBeğen