Aylardır devam eden inşaat, kaldırımı iyiden iyiye bozdu. Herhalde inşaat alanına girip çıkarken araçları bu yolu kullanıyor bu yüzden de inşaat bitene kadar kaldırımın düzeldiğini göremeyeceğiz.
Bazı günler yağmur yağınca çöküntülerin içi suyla doluyor. Suyun içinde yüzen büyük parçalar karşıya geçmekte can simidi oluyor. Bu nedenle çoğu zaman bu kaldırımı kullanmamak için karşı kaldırımdan yürümeyi alışkanlık edindim.
Geçen iş çıkışında bir an önce eve varma telaşı ile yürürken kendimi yolun bu tarafında buldum. Bu sefer tüm kaldırıma taşlı toprak dökmüşlerdi. Köy yollarına asfalt dökülmeden öncesi gibiydi. Çöküntüler, su birikintileri, kırılmış, bir parçası yukarı kalkmış kaldırım parçaları yoktu da yalnızca düz bir taşlı toprak zemin vardı.
Kaldırımda yalnız değildim. Birbirlerine doğru yürüyen iki kadın vardı. Biri daha genç, belli işten dönüyor. Sanki “Nereden de çıktı bu taşlı toprak, derisini çizecek botlarımın” der gibi dikkatli adımlar atmaya çalışıyordu. Yeniydi botları. Karşıdan gelen kadınsa orta yaşlı, bizim köylerde giyinildiği gibi önünde sanki bir peştamal, elinde destek aldığı sopası, gözlerini güneşten kısmış yaklaşıyordu. Yüzünde bir huzur, genç kadının tedirginliğinin aksine, “Ne güzel bu yol, tıpki köyümün yolları” der gibi yürüyordu.
Aynı yolda farklı hislerle geçip gittiler.