Hayatımızın tam olarak istediğimiz gibi gittiğini kaçımız söyleyebilir?
Bazen karar vermemiz gereken konularda bir türlü karar veremeyiz, konuyu bir türlü önceliklendiremeyiz, gündemimize alamayız. Kaçarız, oyalanırız. Hayallerimizi öteleriz. Bugün değilse yarın veya seneye, mezun olunca, büyüyünce, bir zaman öteye. Paylaşmak, akıl almak isteriz. Karar veremeyiz, konuşacak doğru zamanı, kişiyi bulamayız. Yine öteleriz. Önemli değilmiş gibi yaparız. Birikir, yapmak isteyip de yapamadıklarımız, ötelediklerimiz. Gitmek istediğimiz yere varamayız, olmak istediğimiz kişi olamayız.
Duralım ve soluklanalım.
Kendi hayatımızla baş başayız. Bir hamur gibi ona şekil vermek tüm eksikliklerine rağmen yine de bizim elimizde.
Elimizde, avcumuzda yaşamaya süregeldiğimiz hayatımız, kanıksadığımız, çoğu kere üstünde pek düşünmediğimiz, hayal kurmadığımız, nefes alır gibi koştura koştura yaşadığımız hayatımız için duralım ve biraz soluklanalım.
Farkına varalım, nasıl yaşıyoruz? Neleri ıskalıyoruz, nelerin tadını tam olarak çıkartıyoruz, neleri özlüyoruz, nelere imrenerek bakıyoruz. Aldığımız kararları inceleyelim, memnun muyuz kendilerinden? İstediğimiz yerlere varabiliyor muyuz, pusulamız tamam mı? Kendimize bakalım, koşturmamızdan, bu tempodan memnun muyuz? Sevdiklerimize bakalım, sevdiklerimizle beraber olabiliyor muyuz yeterince? Mutlu muyuz?
Yaşıyor muyuz, hem de güzel mi güzel?
Yaşadığımız hayatın, istediğimiz bir hayat olabilmesi için, bir nebze “daha” mutlu, sağlıklı, huzurlu, neşeli olabilmesi için neler yapmalıyız, şu anda?
Karar vermeliyiz.
Tam da bu noktada daha iyiyi istediğimize karar vermeli ve başlamalıyız, iyileştirmeye. Biriktirmeden, yormadan ve ertelemeden bizimle kalmasını istediklerimizi, sevdiklerimizi ayırmalı; önceliklerimizi, önemlilerimizi belirlemeliyiz.
Beyaz Zambaklar Ülkesi’nde anlatılır, eğer iyiliğimizi paylaşabilirsek, iyileşiriz hep beraber.
Bunun için en önemli adım paylaşmak. Sohbet etmek, birbirimizden öğrenmek. Yaşamalıyız, birbirimizden ilham alarak, iyiliğimizi de paylaşarak, başkalarına da bulaştırarak.
Bir bayrak yarışı gibi belki elden ele, belki dilden dile.
Ve mümkün olduğunca sade, karmaşıklaştırmadan, sakince.
Siz ne dersiniz?
Paylaştıkça daha iyiye, beraberce.
Hayat iki nefes arasına sığacak kadar kısa ve sadedir, insanoğlunun doğasında bir tatmin problemi olduğu için sadeliği karmaşaya, karmaşayı da sadeliğe çeviricektir. Sahip olduğu şeyi ya da şeyleri, sahip oluncaya dek kutsal gören, sahip olduktan sonra daha farklı kutsallıklara göz dikecektir. Ve bu hiç bitmeyecektir. Bence tanrıyı bu yüzden ulaşılamaz bir kutsallıkta inşaa ettiler,
ufff ne diyorum ben yaa…
BeğenLiked by 1 kişi
Bu kısır döngüyü kırmanın bir yolu olmalı, durmak ve soluklanmak diyorum, ama hayatlarımız yokuş aşağı yuvarlanma daha çok, bilinçli bir ‘duruş’ bile zor. Durabilmenin zorluğu, durup kendimizi dinlemenin ve etrafın farkında olmanın zorluğu gerçek, bu yüzden gerekirse “pardon, bakar mısınız?” diye soracağız, biz yazılarımızla, durdurmaya sebep:)
BeğenBeğen