#Hayatınİçinden: Kaygılı Gözler

Geçen akşam bir seminere katıldım. Kaygı ve kaygıyla baş etme yolları adlı bir seminerdi. Salon her yaştan dinleyici ile doluydu. Yaklaşık otuz kişi kadardık.

Konuşmacı pek de ilgi çekici olmayacak şekilde sunumuna devam ediyordu. Biraz konuyu dağıttığını kendi de fark etmiş olacak ki “oyalanmadan geçeyim” diyerek sunumundaki birkaç slaytı atladı, anlatmaya devam etti. Sunum henüz bitmemişti ancak dinleyicilerden birinin söz almak istediğini görünce bir heves sunumunu bitirdi ve sözü heyecanlı dinleyiciye bıraktı.

Dinleyici uzun süredir kaygı ile mücadele ettiğini ve bu konu ile ilgili bir kitap hazırlığı içerisinde olduğunu paylaştı. Bunu duyan konuşmacı heyecanlandı ve “O halde sunumu nasıl buldunuz?” diye sordu.

Dinleyici hiç tereddüt etmeden “Konuyu çok dağıttınız. Kaygının tanımını yanlış yaptınız. Kaygı…” diye heyecanla devam etti. Kaygının kendi için daha doğru tanımını yapmaya çalışıyordu. Anlatıcı da bozuntuya vermeden dinliyordu, “Tabi, katkılarınız bizim için çok değerli” gibi bir şey söyledi. Dinleyiciyi merakla dinliyordum. Derken salonun ön taraflarından başka birinin sesi geldi: “Biz buraya sizi değil, hocayı dinlemeye geldik!”

Buz gibi bir ses. Kendinden ve haddinden emin.

Kaygının tanımını yapmaya çalışan dinleyici sözü hiç uzatmadı, “Hay hay, elbette” dedi ve sustu. Ağzı sustu, gözleri sustu. Hemen arka çaprazındaydım. Yüzüne baktım. Neler hissediyor anlamak istedim. Yüzünde hiçbir şaşkınlık, hayal kırıklığı yoktu. Sadece heyecanlı bir suskunluk. Aynı meraklı gözlerle etrafa bakıyordu. İçindeydi hala ortamın, kendini reddedilmiş hissetmiyor gibiydi. Aynı ilgiyle sıradakini dinlemeye devam edecekti. Hafifçe ona doğru eğildim “Teşekkür ederiz.” dedim. Konuşmacınınsa hiç sesi çıkmadı.

Kuralların olmadığı bir özgürlük hali salona hakim gibi hissettim. İsteyen istediğini istediği gibi susturabiliyordu.

Sonra başka bir dinleyici söz aldı. Savaş yıllarından bir örnekle ailesinin kaygıya bakış açısını anlatan bir hikaye anlattı. Kendi çıkarımlarını yaptı.

Sonrasında söz alan bir başka dinleyici söze şöyle başladı “Kişisel hikayelerimizi anlatmasak, daha toplumsal konulardan bahsetsek!” ve kişisel bir konuyu toplumu özne yaparak devam etti.

Kaygı kişisel bir şey değil mi zaten? Ama daha önemlisi ne kadar müdahaleci, kontrolcü bir salon burası dedim. Kimsenin kimseye tahammülü yok!

Anlatıcı yine sessiz kaldı. Dileyenin dilediği gibi başkasını yargılamasını olağan karşılayarak yeni konuşmacıya söz verdi. Sanırım bu kişi biraz önce ilk konuşmacıyı “sizi dinlemeye gelmedik” diyerek bölen kişiydi. Kızının sınavla ilgili kaygılarından, bir türlü bu problemi aşamayışından bahsetti. Kızı da yanındaymış üstelik. Anlatıcı bu defa sözü kıza vermek istedi. Bir inisiyatif kullandı. Kızının kaygılarından kaygı duyan bir anne kızının daha az kaygılı olmasını istiyordu. Bu kız böyle bir ortamda nasıl daha az kaygılı olabilir ki diye düşünmeden edemedim.

Onları dinlerken söz almak istedim ben de. Şunu söylemek istiyordum:

“Birbirimize ne kadar az tahammülümüz var. Böyle bir ortamda insan nasıl rahatça konuşabilir, yaşayabilir. Nasıl kaygısız olabiliriz?”

Ama diyemedim. Zihnimden bu cümlenin geçmesiyle kalbimin yerinden çıkacakmış gibi atması bir oldu. Kaygılandım mı acaba tepkilerinden?

Kare (Square) filminde bir sahne vardı. Bir söyleşi esnasında dinleyicilerden birisi hastalığı sebebi ile konuşmayı küfürleri, hakaretleri veya çıkardığı türlü seslerle bölüyordu. İlk etapta katılımcılar duymamazlıktan geliyorlar. Sonra dinleyicinin bu araya girmeleri artınca diğerleri durumdan rahatsızlıklarını dile getirmeye başlıyor, aralarında mırıldanmalar başlıyor. Hatta “Çıkarılsın bu kişi” diyenler bile oluyor. Ama sunumu yöneten moderatör şöyle araya giriyor:

“Burada herkese yetecek kadar yer var. “

Filmin sanırım söylemek istediği söz buydu.

Peki bizim ne kadar yerimiz var?

2 Comments Kendi yorumunu ekle

  1. fucar dedi ki:

    // “Birbirimize ne kadar az tahammülümüz var. Böyle bir ortamda insan nasıl rahatça konuşabilir, yaşayabilir. Nasıl kaygısız olabiliriz?”

    Ama diyemedim. Zihnimden bu cümlenin geçmesiyle kalbimin yerinden çıkacakmış gibi atması bir oldu.
    Kaygılandım mı acaba tepkilerinden? //

    Hissettiklerinizi keşke söyleseymişsiniz. Söyledikleriniz konuyla ilgili olduğu için aklı selim insanlar tarafından bir katkı kabul edilirdi.
    Yalniz sizin burda hissettikleriniz kaygıyı biraz aşmış korku gibi görünüyor. Korkunuz da oradaki ortamla uyumlu olmadığı(abartılı) için muhtemelen bilinçdışı olup önceki korkularınızı ordaki konuşmacıya belki o itiraz eden kadına, dinleyecilere yansıtmışta olabilirsiniz…

    Bakın ben de bunları yazınca Zeynep Hanım zaten psikolojiyle ilgili bir iş yapıyor; burda yazdıklarımı da muhtemelen zaten biliyordur bu durumda ben sınırlarımı aşarak ona bir şey öğretmeye çalışan biri gibi bir görüntü sergilemiş mi olurum diye kaygılandım.

    Bu kaygı nedeniyle yorumu Gönderme-gönder… Kararsız kaldım..
    Neyse benimde bloğum olduğu için rahatsız edici yorumları silebildiğimizi biliyorum, sizi rahatsız ederse silebilirsiniz.. 🙂

    Liked by 1 kişi

  2. writing for the world dedi ki:

    Tolerans, tolerans, tolerans…

    Liked by 1 kişi

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Twitter resmi

Twitter hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s