Kendimizi iyi hissetmiyoruz. Yeterince mutlu değiliz. İçimize sinmeyen bir şey var. İçimizde bir burukluk. Bir geç kalmışlık hissi. “Keşke” ler kulağımızda çınlıyor. Kabullenilmişlik bir çaresizlik gibi, hafif hafif kendini belli eden bir karın ağrısı sanki, üşütünce daha da çok artan. Bir şeylerin yolunda gitmediğine eminiz. Hatta belki neyin yolunda olmadığının da farkındayız.
Peki ne duruyoruz? Ne yapıyoruz bununla ilgili?
Bir şey alıkoyuyor bizi.
Kararsızlığımız olabilir. Bizi esir ediyor kendine.
Neden karar veremiyoruz? Karar vermek mi istemiyoruz? Neden ama?
Kendimizi hazır mı hissetmiyoruz? Konforumuz mu bozulacak? Menfaatlerimiz mi engel?
Ya yanlış kararsa, bu mu durduruyor bizi?
Karşımızdaki mi üzülür? Sevdiklerimiz? Onların değer yargıları, doğruları mı incinir?
Yoksa kendimizle mi ilgili? Kendi doğrularımız mı bizi boğan?
Bu çileyi çekmemiz gerekir, böyle mi düşünüyoruz?
“Kendi düşen ağlamaz” diyen bir iç ses mi o konuşan?
Daha iyisi olabileceğine mi inanmıyoruz?
Yeniden başlamaktan mı korkuyoruz? Veya var bir şey, neyden korkuyoruz?
Güçsüz, takatsiz, kırılgan, umutsuz, yorgun, incinmiş mi hissediyoruz?
Yoksa daha iyisini hak etmediğimizi mi düşünüyoruz?
Nedir bizi durduran? Korkutan?
Kısır döngüye, mutsuzluğa, hüzne alıştıran?
Oysa yeniden denemek için hiçbir zaman geç değil. Başlamak için de. Bitirmek için de.
İçimize sinmeyen, bizi sıkan, bunaltan bir şeye kendimizi mahkum etmeyelim.
Sevdiklerimiz ve diğerleri kadar biz de değerliyiz. Karşımızdakilere gösterdiğimiz anlayışı, sempatiyi kendimize de gösterelim.
Daha iyisini biz de hak ediyoruz.
Yapabiliriz.
Hadi!